Özet:
Birinci Dünya Savaşı sırasında, İttihat ve Terakki hükümeti, Ermenilerin Doğu Anadolu cephesi gerisinde ayaklanma çıkararak Osmanlı ordusunu yıpratması ve Ermenilerin bu bölgede gönüllü birlikler aracılığıyla Rus işgalini kolaylaştırması nedeniyle, 1915 yılında, Ermenilerin sürgün edilmesini öngören, `'Tehcir Kanunu'' olarak bilinen bir kanun yayınlamıştır. Sürgün esnasında birçok Ermeni, savaş koşullarının gölgesi altında açlık, hastalık ve çete saldırıları sebebiyle yaşamını yitirmiştir.Türkiye kamuoyu, 2000'li yıllarla birlikte, Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) üyesi çeşitli ülkelerin ulusal ve yerel meclislerinde Ermeni soykırımı konusu üzerinde yapılan tartışmalara şahit olmuş ve bu süreç günümüze kadar, Türk dış politikasının çözüm üretmesi gereken bir sorun haline gelmiştir. 1970'li yıllarla birlikte, ASALA'nın (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Gizli Ermeni Ordusu) Türk diplomatlarına karşı gerçekleştirdiği suikastler sonucunda, uluslararası toplumun dikkatini çeken sorun, Ermeni diasporasının etkin faaliyetleriyle, çeşitli ülkelerin siyaset gündemine taşınmış, böylece Ermeni sorunu 1878 Berlin Antlaşması döneminden sonra bir kez daha uluslararasılaşmıştır.1991'de, Ermenistan Cumhuriyeti'nin, Sovyetler Birliği'nin dağılması sonucunda, bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte, Osmanlı devleti döneminde yaşanan ve Ermenilerin günümüzde `'soykırım'', Türklerin ise `'askeri güvenlik tedbiri'' olarak tanımladığı tarihi 1915 olaylarına getirilen bu iki farklı yorum, iki ülke ilişkilerini belirleyen en önemli unsur olmuştur. Soykırım iddialarının yanı sıra, Ermenistan'ın, Türkiye-Ermenistan sınırını düzenleyen 1921 Kars Antlaşmasını tanımayı reddetmesi, Türk dış politikası tarafından, Ermenistan'ın Doğu Anadolu bölgesindeki Türk toprakları üzerinde hak iddiası etmesi biçiminde yorumlanmasına yol açmıştır. Böylece soykırım iddiaları ve bu iddialara ilişkin tazminatla birlikte toprak talebi, hem Türkiye hem de Ermenistan dış politika karar yapıcıları açısından anahtar unsurlar olmuştur.