Abstract:
Mary Shelley Frankenstein'da (1818) üreme ve doğumu doğal alanlarından almış ve kadın bedeninden uzaklaştırmıştır. Bu şekilde, üreme bir bilim insanının gücüne bırakılmış ve bu roman insan kavramının transhüman ve posthüman (insan sonrası) tanımlarına geçmesinin öncüsü olmuştur. Shelley'nin on dokuzuncu yüzyılda başlattığı bu geçiş süreci Poor Things'de (1992) Frankenstein'ın posthüman bir yeniden yazımıyla Alasdair Gray tarafından tekrar şekillendirilmiştir. 2019 yılında Jeannete Winterson Frankissstein'la üreme kavramını yalnızca postmodern değil aynı zamanda insan sonrası bir yaklaşımla dönüştürmektedir. Bu tezde, insan üremesi hakkındaki görüşlerin değişimi, insan ve üreme kavramlarının anne bedeninden nasıl uzaklaştığı ve doğada gizemli ve anlaşılması güç olan doğum sürecinin insan tarafından yeniden yaratılması, transhümanist ve posthümanist yaklaşımlarla şekillenen bu eserler arasında karşılaştırmalı bir çalışma ile incelenmiştir. Diğer bir ifadeyle, bu tezin temel tartışma noktaları insan merkezli hümanizmden beri erkek insanın kadın bedenine müdahale etmesi, gebe bedeninin dışlanmasıyla kadın bedeninin yok sayılması, yaratımın öne sürülmesiyle üremenin ortadan kalması ve kadın bedeninin kötüye kullanılmasıdır. Bu çalışmanın sonucu, bilimsel ve ideolojik gelişmelerin insan algısında, üremesinde ve hatta insanın bir yaratık ve yaratıcı olarak tanımlanmasında değişiklikler olmasına sebep olduğudur. Başka bir deyişle, yaratılışı gerçekleştirmek için insanı üremeden uzaklaştırma gayesi, doğal hamilelik sürecini ortadan kaldıran bir durumdur. Bunun sonucunda, insan ve insanlık anlayışına kaçınılmaz olarak meydan okunacak ve büyük olasılıkla yeniden formüle edilecektir. Bu durum, kadının zaten problemli olan konumunu zora sokabileceği gibi insan yaşamının doğal başlangıcını da zorlaştırabilir. Bu nedenle posthümanizm ve transhümanizm dahilinde anne bedeninin yerini yeniden gözden geçirmek gerekebilir.